Arnon Grunberg
Zaman,
2014-01-07
2014-01-07, Zaman

Yalın roman, şifa niyetine


Ömer Ayhan

Hastalıksız Adam, Hollanda edebiyatının parlayan yıldızlarından Arnon Grunberg’in dilimizde yayımlanan beşinci kitabı. Yazar, sıradan ama aynı zamanda hastalıklı diye nitelenebilecek ilginç bir karakterle tanıştırıyor okuru.

Arnon Grunberg, Hollanda’nın yıldızı parlayan edebiyatçısı. Ülkemizde yayımlanan beş kitabından dördü Alef Yayınevi’nden çıkmış. Yayınevlerinin yazarın arkasında durabilmeleri önemli, çünkü kimi zaman dilimize çevrilen nitelikli yazarların ilk kitapları beklentileri karşılayamadığında Türkçedeki maceraları kısa sürüyor. Grunberg’le bu kadar geç tanıştığım için kendi payıma üzüldüm. Hastalıksız Adam’ı, okur olarak tercih etmediğim bir biçemle yazılmasına rağmen son zamanlarda okuduğum iyi romanlar arasında sayabilirim.

Romanın kahramanı Samerandra Ambani -kendisine genellikle Sam diye hitap ediliyor- okuyabileceğiniz en sıradan karakterlerden biri. Ambani’nin sıradanlığını kaybetmeden unutulmayacak bir roman kahramanına dönüşmesi edebiyatın gücüne hamledilebilir. Hintli bir babayla İsviçreli bir annenin oğlu olarak İsviçre’de doğup büyüyen Ambani, görünüş itibarıyla Hintli olsa da kendini eksiksiz bir Avrupalı diye tanımlar. Eksiksiz Avrupalı nasıl olunuyormuş, bir göz atalım.

Ayrıksı espri anlayışı

Dünyaca ünlü bir mimarın yanında staj, Avustralyalı bir ortakla açılmış mimarlık bürosu, kısa sürede birkaç başarılı projeye de imza atılmış. Ayrıca Avrupalı güzel bir kız arkadaşı ve işiyle ilgili koca hayalleri var. Bir de, belki hepsinden önemlisi, temizlik takıntısı. Grunberg, romanın adını “Steril Adam” da koyabilirmiş. Her şey yolunda gibi görünse de Ambani’de duygular eksiktir. İşine duyduğu tutkuyu insanlara karşı hissedemez. Grunberg’in romanını güçlü kılan etkenlerden biri, ayrıksı espri anlayışı. Bu yüzden dilinin yalınlığına rağmen dikkatle okunmalı. Duyguların içten geldiği ve kişilerin ruh halini yansıttığı gerçeğinden habersiz olan Ambani’nin davranışları, her şeyi kitabına uydurmak şeklinde tezahür ediyor. Genç mimarın elinde duygular, tuhaf ama, kurmacanın kimi unsurları gibi hesap kitap işi. Önemli bir proje için Bağdat’a çağrıldığında kız arkadaşı Nina’ya attığı telefon mesajı ipucu verebilir: “Bağdat’a yaklaştığını ve söz verdiği gibi her saat birkaç dakika onun özlemini duyduğunu bildirdi.” Bir başka örnek: “Şimdi Sam de ağlamaya başladı, duygusallaştığı için, ama öncelikle içinde bulunduğu durumda kendisinden ağlaması beklendiği için ağlıyordu...” İlginç bir karakter değil mi? Sıradan, aynı zamanda patetik.

Grunberg bizden anlattığı hikâ-yeye inanmamızı talep etmiyor. Uluslararası bir proje yarışmasını kazanan Ambani, bir opera binası tasarlamak için Bağdat’a gelir. Savaşın, zulmün, şiddetin ortasındaki Bağdat’ı Puccini operalarının kurtaracağını uman ‘birileri’ vardır. Buna kim inanır? Ambani inanıyor, tek tutku duyduğu alan mimarlık olduğu için dört başı mamur bir projeyle Bağdat’a geliyor ve saflığının bedelini ödüyor. Hijyen delisi bir adam pislik içinde, karanlık bir hücreye kapatılırsa ne olur? Maskeli adamlar yüzüne işerse, dışkısının üzerine oturmak zorunda bırakılırsa gayet ‘steril’ İsviçre’ye döndüğünde hayata kaldığı yerden devam edebilir mi? Bu kişinin adı Samerandra Ambani ise birtakım ârazları yok sayarak devam edebiliyor. Hatta bir süre sonra Dubai şeyhinin isteğiyle dünyanın bütün kitaplarını kurtarmak üzere devasa bir kütüphane projesine de balıklama atlayabilir ve başına daha kötü şeyler de gelebilir. Peki, bunca kötülüğün tek merkezi mi var? Grunberg’in sıkı diyalogları bize aynı zamanda başka adresleri işaret ediyor: “Amerikalılar, dedi kadın, yangını söndürüyor. Yangını çıkarıyor. Yangını söndürüyor. Sonra yine yangın çıkarıyor.”

Yeni dünya düzeni: Komplo teorileri

Hastalıksız Adam’ı okurken sık sık Don DeLillo’yu hatırladım. Grunberg, Amerikan edebiyatının majör romancısını okumuş mudur, okuduysa beğenmiş midir, bilemem. Ama aynı dili konuşuyorlar. Komplo teorileri, çift taraflı casuslar, bitmez tükenmez manipülasyonlar önce okura kurmacanın bir öğesi olarak tattırılır, ardından yavaş yavaş gerçeğin kendisine dönüşür. Bu dönüşümde Grunberg, kimlik meselesini öne çıkarıyor. Ambani örneğine baktığımızda kozmopolit olmak zenginlik midir, yoksa dram mı: “Banyoda aynaya baktı... Artık mimara benzemiyordu, hele İsviçreliye hiç, daha ziyade Hintli bir sokak satıcısını andırıyordu.” Bu cümleden Ambani’nin başına gelenlerden önce kendisini ne kadar İsviçreli hissettiği sonucunu çıkarabiliriz. Onu bu yüzden yargılamak, kuşkusuz örtük bir faşizmi dışa vurur. Peki ama vatandaşları kendisini ve aynı durumdaki binlerce göçmeni nasıl görmektedir? “Sizin İsviçre pasaportunuz var elbette, ama siz tipik bir İsviçreli değilsiniz. İnsanlar size bakınca Asyalı bir tip görüyorlar, izleyiciler sizinle özdeşleşemiyor.”

Çağdaş Don Kişot gibi

Ambani’nin Dubai’de başına gelenler absürt sahnelere yol verir. Hatta Ambani’nin işe yaramayan savunmaları, Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırmasıyla aynı kapıya çıkar. Hastalıksız Adam, bir yanıyla da Don Kişot gibi. Çağdaş bir pikaresk roman parodisi. Adalet sisteminin çarpıklığı ve Ambani’nin mahkemede suçlamaları dinlerken bir kafese tıkılması, Kafkaesk bir dünyayı (Dava) diriltir. Grunberg’in gönderme yaptığı bir roman da Yabancı.

Grunberg’i Don DeLillo’ya yaklaştıran bir başka unsur, mimarinin ele alınışı. Sık sık Frank Gehry’nin adı geçiyor romanda. Gehry, postmodernist mimarinin önemli uygulama alanlarından dekonstrüktivizmin babalarından. Mimarinin siyasetle ilişkisi ve giderek insanların kâbusu haline gelişi (mesela bkz. Dubai, İstanbul) romanın önemli temaları arasında. Kısa bir romanda ağır temaların okura hissettirilmeden bir araya getirilmesi elbette yazarın başarısı.

Hastalıksız Adam yalın bir roman. Ama yalınlığı baş tacı eden birçok yazarın içine düştüğü yavanlık duvarına toslamadan akıp gidiyor. Bu yönüyle şifa niyetine de okunabilir.