Arnon Grunberg
Radikal,
2008-10-17
2008-10-17, Radikal

Parçalanma budur


A. Ömer Türkeş

Arnon Grunberg’in beyaz orta sınıfların en mahrem alanlarında pervasızca dolaştığı ‘Tirza’nın hikâyesi oldukça etkileyici. ‘Tirza’, sürüp giden hayatın dinginliğinden bireyleri tehdit eden ürperticiliği, tekinsizliği yakalamasıyla psikolojik gerilim türüne dönüşüyor

Arnon Grunberg, 22 Şubat 1971 Amsterdam doğumlu. Liseden atılınca eczacı kalfalığı ve bulaşıkçılık gibi işlerle sürdürmüş yaşamını. Ancak yirmi üç yaşındayken kaleme aldığı Mavi Pazartesiler yayımlandığında, kaybedenler kulübünden kazananlar kulübüne bir anda geçivermiş. Kendi hayat hikâyesinden esinlenen Mavi Pazartesiler’le hem ülkesinde ödüller kazanan hem de adını uluslararası alanda duyuran Grunberg’in on romanı yaklaşık yirmi dile çevrilmiş durumda. Romanlarının yanı sıra senaryo çalışmaları ve hikâye kitapları da bulunan bu genç yazar, ilk kez geçen yıl Hayalet Acı romanıyla Türkçeleştirilmişti.
2006’da yayımlanan ve 2007 Altın Baykuş Ödülü’nü kazanan Tirza ile Hayalet Acı arasında benzerlikler hemen göze çarpıyor. Hayalet Acı’daki baba-oğul ilişkisinin yerini alan baba-kız ilişkisi, her iki romandaki baba figürünün yayın sektöründe ‘vasat’ görevlerde bulunması, anne ve baba arasındaki mutsuz ve çatışmalı evlilik ve bu ailenin kendilerine bir yol çizmeye çalışan çocukları... Ancak Grunberg’in beyaz orta sınıfların en mahrem alanlarında pervasızca dolaştığı Tirza’nın hikâyesinin çok daha etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Tirza, sürüp giden hayatın dinginliğinden bireyleri tehdit eden ürperticiliği, tekinsizliği yakalamasıyla psikolojik gerilim türüne dönüşüyor.

Sakin bir Hollandalı Jörgen Hofmeester, elli yaşına gelmiş bir kitap editörü. Üç yıl önce kendisini gençlik aşkı için terk etmiş karısının yokluğunu aratmadığı kızı Tirza ile birlikte, maddi sıkıntılardan uzak sakin bir hayat sürdürüyor. Ancak bu hayatın arkası hiç de göründüğü gibi değil. El attığı her şeyde başarısızlığa, hayal kırıklığına uğramış bir adamdır Jörgen. İşinde, evliliğinde, cinsellikte, çocuklarının yetiştirilmesinde, yaptığı yatırımlarda, insan ilişkilerinde hep hayal kırıklıklarına uğramış, görüntüyü kurtarmakla yetinmiştir. Mesela, iş yaşamına bakalım. Yayınevi tarafından emekliliği yaklaştığı için işten çıkarılamayan ama ücretli izne gönderilen Jörgen, haftanın beş günü işyerine gitmek yerine haftanın beş günü havaalanına gidiyor. Oysa yetmişli yıllarda yayınevi sahipliğine yükselebilecek bir editör olarak ümit veren, ciddiye alınması gereken bir kişilikken bir türlü beklenen atılımı yapamamış tüm ilgisini çeviri kurgu romana vermiş. Kimsenin kendisini ciddiye almadığını fark ettiğinde anlamış cehennemin öteki olmadığını. Jörgen’in cehennemi kendi içinde, derinlerinde; “demir atmıştı, gizleniyordu ve görünmüyordu, canlı canlı ve sıcaktı.” Jörgen’le, hayatının merkezine koyduğu Tirza’nın mezuniyet partisi için hazırlıklar yaparken tanışıyoruz. Ne yazık ki üç yıl önce terk ettiği evine ansızın dönen ve hiçbir şey olmamış gibi Jörgen’le aynı yatağı paylaşmaya başlayan güzel ve cinselliğini her fırsatta sergileyen karısıyla da tanışıyoruz. Ne yazık ki, diyorum, çünkü bu dönüş Jörgen’deki kişilik parçalanmasına yol açan ilk adım. Karısıyla başlayan hesaplaşmaları Jörgen’in geride bıraktığını sandığı, ama bastıramadığı pek çok şeyi su yüzüne çıkarıyor. En çok da yaralı cinselliğini, her an dışa dökülmeye hazır şiddetini. Güvenlik duvarları yıkılan Jörgen, ailesinden miras kalan kültürünün refleksleriyle direnmek iste bile, attığı her adım onu tekinsiz bir alana sürükleyecektir. Bardağı taşıran damla Tirza’nın erkek arkadaşıyla Afrika’ya gideceğini bildirmesidir. Çünkü tanıştırılan erkek arkadaş Afrikalı, siyah derili, Müslüman kökenli bir gençtir.
Çocuklarının hayatlarına ilişkin olan beklentisine ve ona doğal gelen başarı rüyasına tüm gücüyle sarılmış, gelecek beklentisi muhteşem olan bir adamın hayal kırıklığını yaratan sadece kızının sevgilisinin Müslüman bir Afrikalı olması değil. O gence baktığında bir düşman görüyor Jörgen. Grunberg, Avrupa’lı orta sınıfların 11 Eylül’den sonra kendileri gibi olmayanlara biriktirdikleri düşmanlığın köklerini ve dışa vuruş biçimlerini roman karakteri üzerinden çok iyi sergilemiş.

Beyaz orta sınıf hastalığı
Bütün birikimini yatırdığı fonların 11 Eylül saldırısından sonra eriyip gitmesinden o saldırıları düzenleyen gurubun lideri Muhammet Atta’yı sorumlu tuttuğu için, kızının sevgilisine Muhammed Atta diyecektir Jörgen. Jörgen Hofmeester’in Muhammed Atta’ya, kızının sevgilisine, karısına, cinsel özgürlüğe, çevresine duyduğu korku ve düşmanlık saldırganlığa dökülme aşamasına gelmiştir.
“Tarih şimdi kişiselleşiyordu. Anonim dünya ekonomisinin bir yüzü, bedeni ve adı oluşuyordu. Muhammet Atta, Hofmeester’ın parasını almıştı, kızlarının yaklaşmış, iyice yaklaşmış olan mali bağımsızlığını ellerinden almıştı. Bunun arkasında Muhammet Atta vardı, Atta Hofmeester’ın hedge fonuna el koymuştu.” Stephen King’in romanlarını -ve filmlerini- çekici kılan, King’in, orta sınıftan saygın insanların sakin, sessiz dünyasını, merkeze uzak kasabalardaki pastoral hayatı, inançlı muhterem kişileri, doğanın olanca renklerini, kimi zaman insana en yakın canlı türlerini gerçekçi ayrıntıları ihmal etmeden kullanmasında yatar. Tehlikeyi büyüten bu hayatın tehdit edilmesidir. Güvenli hayat ve tehlike ilişkisini yan yana getirerek çağdaş ABD toplumunun kalbine ulaşan King, kapitalist toplumlarda yaşayan orta sınıfların evrensel endişelerini de yakalamıştır. Grunberg’in yaptığı da bu. Doğa üstü varlıklar, vahşi hayvanlar, sapık katiller yok hikâyesinde. Ama beyaz orta sınıflar yine tehdit altında. Aslında onların hayatını tehdit eden, sıkı sıkıya bağlandıkları kapitalist sistemin ta kendisi. Ne var ki kendilerini bu sistemle, sistemin ideolojisi ve nimetleriyle öylesine birleştirmişler ki, sistemin yıkıcı yanlarıyla yüzleşemiyorlar. Tersine sisteme iman ediyor Jörgen. Bilime, eğitime inanıyor; çocuklarının yüzme havuzunda, müzik okulunda, Latince, Yunanca, matematik ve biyoloji derslerindeki başarılarından sonra paraya kavuşacaklarına, gerçek özgürlüğün para olduğuna inanıyor. Onun dengesini bozan karısı ve çocuklarının özgürlük ve mutluluğu başka yerlerde aramaları; aslında değişimden duyduğu korku. Kızı için gittiği psikologun koyduğu tanı işin özetidir; “beyaz orta sınıf hastalığı”Ö Jörgen’in hayat karşısında iflas eden, onu kişilik parçalanmasına sürükleyen kültürünü Hollandalı orta sınıfların kültürel mirası olarak açığa çıkaran Arnon Grunberg’in radikal eleştirisi, kapitalizmin krizi karşısında çaresizleşen orta sınıfların tümüne yöneliyor. Sona geldiğinde Tirza’yı aramak için Afrika’ya yollanan Jörgen, küçük bir Afrikalı kıza dökecektir içini; “Annemle babam hasta değildi. (...) Farklı olmaktan, dikkat çekmekten korkuyorlardı. Önce sayfiye evinde sonra da esas evlerinde bu korkuyu yaşadılar. Onunla bütünleştiler. Farklı olmaktan nefret ediyorlardı. Anlıyor musun? Beyaz olmayan her şeyden. Farklı olan her şeyden, alışılmışın dışındaki her şeyden nefret ediyorlardı. Alışılmışın dışındaki her şey onlar için hastalıktı. Hastalıktan nefret ediyorlardı. Annemle babam için psikiyatrik hasta, Yahudi, zenci ya da homoseksüel arasında bir fark yoktu. Hiçbirine çare yoktu.”
Üç bölümlük romanın ‘Çöl’ adlı son bölümünde Jörgen’in iç çatışmaları öne çıkarken Tirza ve sevgilisinin akibetinin belirsizliği ile tırmanan gerilim sürpriz bir sona ulaşıyor. Kendi toplumuyla çıplak ve yakıcı bir yüzleşmeyi iyi kurgulanmış bir hikâye ve derinlikli psikolojik tahlillerle yaparken günümüz kapitalist toplumlarının geneline uzanan Tirza’yı çok beğendim.